Kadın Beyni ve Girişimcilik
Dünya değişiyor. Bizi hızla tüketmeye, üretmemeye, yerine koymamaya, tutumlu olmamaya sürekli yenisiyle değiştirmeye alıştıran, alıştırmaya çalışan global ekonomi şimdi bizim tekrar ayarlarımızla oynayıp olması gerekene dönmeye çalışıyor. Ama maalesef bu sefer bizi zorlu bir süreç bekliyor…
İnsan, var olduğu günden beri yaşamını, çevresini değiştirerek sürdürdü. İlk çağlarda insanlar temel ihtiyaçlarını doğayla mücadele ederek karşıladılar. İnsanın daha ileri uygarlıklara ulaşma çabasının yarattığı tüm olumlu gelişmeler doğal kaynakların cömertçe kullanılması ile sağlanabildi. Fakat bir noktadan sonra bu cömert kullanım bilinçsizce kullanıma dönüştü ve doğanın dengesini bozmaya başladı. 18. yüzyılda sanayileşme ile başlayan ve günümüze dek uzanan süreçte ülkeler, ekonomik gelişme sonucu doğal kaynakları kayıtsızca kullanarak üretim ve tüketim düzeyini artırıp, refah düzeyini yükseltme ve daha fazla gelişme çabasını temel aldılar.
İnsan çevresiyle uyum içerisinde ve belli bir dengenin sağlanmasıyla hayatını sürdürebiliyor. İnsanla çevresi arasındaki dengeyi sağlayan koşullar bozulmaya başlayınca çevre kirliliği oluşmaya başlıyor. “Çevre kirliliği”; canlıların yaşadıkları ortamın doğal dengesinin bozulması faaliyetidir. Gelişmiş ülkelerdeki hızlı teknolojik ve ekonomik gelişmeler sonucu ailelerin kullan-at yöntemini tercih etmeleri, gelişmekte olan ülkelerde ise toplumun doğayı ve doğal kaynakları ekonomik gelir getiren varlıklar olarak görmeleri sonucunda çevreyi bilinçsiz bir şekilde kullanmaları, çevre kirliliğinin büyük boyutlara ulaşmasına neden oluyor.
Çevre sorunlarının artmasına sebep olan faktörlerden bir diğeri de mevcut tüketim alışkanlıkları ve tüketimin sürekli kamçılanması. Bunun sonucunda doğal kaynaklar; aşırı ve dikkatsiz kullanım nedeniyle bozuluyor. Çevresindeki kaynakları tüketen insan, çevreyi olumlu ya da olumsuz yönde etkileme gücüne sahip. Tüketicilerin tercihleri yani tüketim biçimleri ile ekolojik denge arasındaki etkileşim dünya geneli düşünüldüğünde ürkütücü boyutlarda. Dünya nüfusu hızla artmakta fakat nüfusa yetecek doğal kaynaklar aynı oranda artmamakta, sınırlı kalmakta hatta yok olmakta.
Tüm bu etmenlere bağlı olarak son yıllarda küçük uygulamalar olarak karşımıza çıksa da giderek artan ve daha da yaygınlaşması gereken bir trend var: “Sürdürülebilir Tüketim” Bizler iş insanları ve üreticiler olarak daha çok “Sürdürülebilir Üretim” konusuna kafa yorsak da, üretim ve tüketim de kendi içerisinde bir eko sistem ve bu eko sistemin doğayla entegre olması gerekiyor. Sürdürülebilir üretim ve sürdürülebilir tüketim yaklaşımları basitçe, üretim ve tüketimle ilgili tüm süreçlerin, çevresel olumsuz etkilerini devamlı minimize etmek ve sosyal yararları maksimuma çıkarmak amacıyla sistem geliştirme çabaları şeklinde özetlenebilir. Ekonomi, toplum ve çevreye yönelik olan bu yaklaşımlar, sürdürülebilir kalkınmanın temel stratejileri. Her ikisinin içeriğinde yer alan temel düşünce ise ekonomik büyüme ve çevresel bozulma arasındaki ayırımı yapabilme, olumsuz çevresel etkiler oluşturmaksızın yaşam kalitesini arttırma ve artan tüketim etkisini teknolojik ilerlemelerle ve verimlilik artışıyla önlemektir.
Dünya değişiyor. Bizi hızla tüketmeye, üretmemeye, yerine koymamaya, tutumlu olmamaya sürekli yenisiyle değiştirmeye alıştıran, alıştırmaya çalışan global ekonomi şimdi bizim tekrar ayarlarımızla oynayıp olması gerekene dönmeye çalışıyor. Ama maalesef bu sefer bizi zorlu bir süreç bekliyor…
Bu bağlamda, sürdürülebilir tüketim kavramıyla birlikte hayatımıza “sürdürülebilir ürün” kavramı da girmeye başladı. Sürdürülebilir ürünlerin temel noktası tek defa kullanıp atmaktansa tekrar tekrar kullanılabilmesi ve kullanım ömrü sona erdiğinde yeniden kolayca üretim döngüsüne girebilmesi. Buna hoş ve popüler bir örnek tekrar kullanılabilir pipetler. Ya da plastik şişelerin geri dönüştürülmesinden elde edilen iplerle üretilen su mataraları sürdürülebilir ürün kavramına orijinal örnekler.
Biz üreticiler olarak sürekli inovasyonla bu zorlu ama güzel dönüşümü sağlamakla yükümlüyüz. Fakat tüketici yanımızla da sürdürülebilir tüketim bilincine sahip olmamız gerekiyor. Yolumuz her ne kadar uzun olsa da yaklaşan iklim ve kaynak krizlerinden kurtulmak için halen umut var.
Sürdürülebilir bir tüketici olalım, değişimin öncüsü olalım!